Tumblr Yazl Post - Tumblr Posts
"Hissettiğim bu duygular nereye ait? Başkasının acısı benim ruhumda can bulmuş sanki"

4 Eylül 2024
"Bu gerçek dışı bir algı. Beyin sen ne söylersen ona inanır. Beynimiz biraz saftır. Söylediğin her şeye insanıverir. Eğer sen 'Bütün insanlar kötüdür.' dersen beyin bunu kabul eder ancak bu mümkün değildir.
Kötü insanlar bile tamamen kötü olamazlar. İyi yanları vardır. İyi insanlar da tamamen iyi olamazlar, kötü yanları vardır. Sana kendinle alakalı şunu sorsam:
'Ben iyi bir insanım.' cümlesine ne kadar inanırsın?"
"Çok..."
"Ben kötü bir insanım cümlesine ne kadar inanırsın?"
"İnanmam."
"Peki şöyle söylesem: Ben iyi bir insanım ancak zaman zaman hatalar yapabiliyorum."
"İnanırım."
"Hangisine daha çok inanırsın peki? Tam olarak yüzde yüz inandığın hangisi olur?"
"İkincisi..."
"Çünkü bu daha gerçekçi öyle değil mi? Görüyorsun, insanlar aslında yaşadıklarından dolayı hastalanmazlar. Yanlış düşünce yapılarından hastalanırlar. Burada yapmaya çalıştığımız şey bu yanlış düşünce yapılarını fark edip düzeltmeye çalışmak."
"Peki neden insanlara bu kadar kolay bağlanıp çok zor kopuyorum?"
"Dünyadaki herkesin kötü olduğuna inanan birisi ne yapar? İyi bir şey bulduğunda ona sımsıkı sarılır öyle değil mi? Çünkü dünyada iyi bir insan olduğuna inanmıyor, bulduğu şeyi imkansız bir şey olarak görüyor."
Kafamın içinde kocaman bir ampul yanmıştı o an sanki. Gerçekten bana azıcık iyi gelen herkesi tanrılaştırıyordum gözümde ve terapistim bana bizzat bu cümleyi kurdu.
Söylediklerini düşünmemeyi tercih ettim o gün. Spora gittim, arkadaşlarımla oturdum ve eve döndüm. Ahmet aramadı. Ben araba kullanırken aradığımda kısa bir konuşma geçti aramızda. Eve döndüğümde mutsuz hissetmeye başladım. Ev sessizdi ve ben Ahmet'le konuşmak istiyordum. Yemeği yaptıktan sonra üzerime mutsuzlukla birlikte çöken ağırlığı atmak için uyumak istedim.
"Ahmet, ben yoruldum erken yatıyorum iyi geceler."
Asıl merak ettiğim şey uyumadan önce beni arayıp aramayacağıydı.
"Tamam fıstık iyi geceler."
Bu mesajı görünce daha da mutsuz hissettim. Uyuyarak kaçmak istiyordum ancak gerçekten mutsuz olduğumda uyumak pek becerebildiğim bir aktivite değildi.
İzlediğim filmi açıp biraz devam ettim. Film beni daha çok üzüyordu. İlk film olan Before Sunrise çok hoşuma gitmişti. Bana Eskişehir'de geçirdiğim büyülü günü hatırlatmıştı.
Ancak bu ikinci film gerçekçiydi. Birbirlerine bir günlüğüne aşık olan bu kadın ve adam tekrar karşılaşmış ve evlenmişlerdi ancak gerçek hayatta gördüğüm çiftler gibi sürekli kavga edip birbirlerine kırıcı şeyler söylüyorlardı.
Uyumadan önce tekrar Ahmet'e yazdım. Eve dönmüş olsaydı aramak istiyordum ancak dönmediğini söyledi. Biraz kırgın hissetmiştim. Terapiye gittiğimi biliyordu ve nasıl geçtiğini sormamıştı. Bunun benim için zor bir şey olabileceğini düşünmemişti muhtemelen. Zaten yarası olan insanları yalnız yarası olanlar anlar. Sıradan insanların akıl sır erdirebileceği psikolojide kişiler değiliz.
Nasıl uyumayı başardığımı hatırlamıyorum. Çok yorucu rüyalar gördüm. Uyandığımda onları da unuttum. Ahmet'ten günaydın mesajı yoktu ve saat sekiz buçuğu geçmişti. Tekrar uyumayı tercih ettim. Gözlerimi bir sonraki açışımda günaydın demiş olur belki diye...
Tekrar uyandığımda "Günaydınn" yazmıştı her sabahki gibi. Ancak ben çok yorgun ve mutsuz hissediyordum.
"Günaydın." dedim. Daha fazlası içimden gelmedi. Suyumun kesildiğini görünce biraz öfkelendim kendi kendime. Aslında benim hatamdı su saatini kontrol etmemek.
Su kartım muhtemelen annemlerde kalmıştı. Su yüklemek için önce onların evine gitmem gerekiyordu. Bu daha da zor olduğu için iyice huysuzlandım. Üzücü bir iki şarkı dinleyip bir sigara içtim. Ardından sıkılmış olsam da filmin sonunu merak ettiğim için tekrar izlemeye koyuldum.
Bazı şeyler sonunu görene dek anlamsız kalıyor. Bu bütün hayatımız için geçerli. Filmin sonunda adamın kadına söylediği sözler beni çok etkiledi.
"Bu gerçek hayat! Evet kusurlu ama gerçek aşkı soracak olursan bu o."
O an terapistimle konuştuğum konular geldi aklıma. Evet, ilk filmdeki gibi büyülü değildi hayatları çünkü her şeyin başlangıcı büyülü hissettirir insana ancak bir süre sonra alışılır. Alıştığımız şeyleri hiç kaybetmeyeceğimizi sanarız. Yahut zaten var oldukları için onların varlığının ne derece önemli olduğunu fark etmekte zorlanırız. Bu, yaşadığım şehre benziyordu. İnsanlar burayı görmek için farklı kıtalardan, dünyanın diğer ucundan geliyorlardı ancak ben çarşıya inip manzarayı görmeye zahmet etmiyordum ve ne zaman o manzarayı görmeye gitsem şaşırıyordum.
"Ben dünyanın en güzel şehrinde yaşıyorum. Nasıl buraya sık gelmem?"
Elimin altında olan bir şeyin ne kadar kıymetli olduğunu fark etmek daha zordu çünkü.
Aşk da buna benziyordu muhtemelen. Ben de tıpkı filmdeki kadın gibi bir masal diyarında yaşamayı hayal ediyordum hep ancak kusurlu da olsa bu gerçek dünyaydı. Gerçek dünya masalsı değildir yine de sevip sevilebiliriz ve yanı başımızda duran mutluluğu görmeye çalışabiliriz.
"Herkes her şeyi yapabilir." derdim lise zamanlarımda. "Kimseye karşı bir beklentiye girmemek gerekir."
Aslında mutlu olmak bu kadardı. Kendi hayatımla ilgilenip kendim için yaşarken zaten var olan her şey mutluluk vericiydi. Kimsenin bana günaydın demesine gerek yoktu. Gün zaten ayıyordu. Kimseyi yargılamadan özgür hissederek geçirdiğim günlerde gerçekten de mutluluk soyut bir kavram olmaktan uzaktı. Aslında bu kadar basitti: Kendin ol ve kimseye karışma.
Sana karşı dürüst olmaylıyım sevgilim:
Beni sevmek sandığından zor olacak. İzleri hâlâ iyileşmemiş pek çok yaram var benim. Kaşınıyor, batıyor, rahatsız ediyor bazen. Çok dengesiz olabiliyorum. Ruhumdaki hastalıkları henüz iyileştirmedim. Affet beni. Öfkem çok zarar verici olabiliyor. Kırılmaktan korktuğum ilk anda elime bir kalkan yerine ateşli bir kılıç alıyorum çünkü. Maalesef hayat bana kendimi bu şekilde savunmayı öğretti.
Ancak gitmek yerine tüm bu zor yanlarımdan sonra bile yanımda kalmayı tercih edersen sana söyleyeceklerim var:
Seni tertemiz sevebilirim. Küçük bir kızın annesine duyduğu kadar saf bir sevgi sunabilirim. Gözüm fani yüceliklerde değildir benim. Sana ve bana sunduğun sevgiye sonsuza kadar sadık olabilirim.
Saygıda kusur etmem asla! Her bayram elini öperim. Hoşlanmayacağını bildiğim hiçbir şeyi yapmam. Bilmeden bir kusur işlediğimde boynumu eğip özür diler ve bir daha tekrarlanmayacağına dair sana söz veririm.
Seninle bir bahar akşamı sabaha kadar öpüşüp gün doğumunu seyredebilirim. Yıldızları sayalım, desen sıkılmam. Yüzünü güldürmek için canımı verebilirim.
Ben böyle bir kızım işte! Duvarlarını aşmadan içindeki güzelliği asla göremeyeceğin biriyim.
O duvarları aşan kimse olmadığından da her zaman bir kaya parçası kadar sert ve çekilmez olduğumu söylemeye devam edecek insanlar.
Sen sev beni. Bakarsın karşındaki duvarların arasında gül sarmaşıkları yetişmeye başlar...
11 Kasım 2023
Dün mutluydum. Çello dersim çok güzel geçmişti. "Bugün güzel bir gün olacak." dedim. Sonra bir şeyler değişti. "Beni yoran insanlardan uzaklaşıyorum."dedim. Anladım ki yorucu insanlar güzel bir günün bile bütün güzelliğini alıp götürebilir.
Akşam oldu, Ali aradı beni. İlk defa... "Ee hani oturacağız dedin, yoksun Bench'te." Umursamadı sanmıştım oysaki. Kesin çıktı spordan, beni göremedi, umrunda da olmadı, eve gitti. Onun o minik araması nasıl güzel gelmişti bana. Anneme gittim sonra. Ona anlattım Ali'yi. Ellerini öptüm. Balkonda bir kahve paylaşıp, birer sigara içtik. Beraber yatağa girdik sonra. Avuçlarından öptüm. Sarıldım ona sımsıkı. Kokladım onu çokça.
"Ben önceki hayatımda nasıl bir iyilik yapmışım da bu hayatta senin gibi bir annem olmuş?" dedim ona.
"Bu konuda hiç mütevazı olamayacağım, haklısın." dedi gülerek. Canımın ta içi.
Geçenlerde bir gün Ali'yi ilk tanıdığım andan bugüne kadarki serüveni düşündüm. Her şey,bir bir, yaşandı ve çok güzeldi. Benim bu adamı sevmeyi bırakmaya niyetim yok. Çabalayacağım. Sabredeceğim, demiştim kendi kendime.
Bugün Serra'yla konuşuyorduk. "Bilge, sen benim arkadaşımsın. Senin iyiliğin için söylemek zorundayım. Ali'nin konuştuğu bi kız var. Hatta dün 'olduk gibi' dedi."
"Nasıl tanışmışlar?" diye sordum Serra'ya. Ali'nin bir arkadaşı "Benim bir arkadaşım senden hoşlanmış." demiş. Öyle konuşmaya başlamışlar. O an, bir anda yok oldu her şey. Göğsümün tam ortasına bir taş oturdu. "Ne hissediyorsun?" diye sordu Serra. "Koydu." Dedim. "Ben üç aydan fazladır sabrediyorum, çabalıyorum, bu adamın karşısına çıkıp onu sevdiğimi söylüyorum. Kızın biri arkadaşıyla haber yolluyor ve oluyor. Bi 'Senden hoşlanmış.' sözüyle olabiliyor demek ki. Kolaymış aslında. Çabalamamak lazımmış. Ben eskiden buna inanırdım. Sevginin kolay olması gerektiğine... Ama söz konusu Ali olunca bunu gözardı ettim. Etmemeliydim. Bildiğim şey, doğruydu."
Sonra düşünmeye başladım. Ali'yi sevmeden devam edeceğim hayatımı hayal ettim. Artık günlerimi planlamak zorunda kalmayacağım. Yapacağım her şeyi sırayla yapabilirim. Ali'yi görmek için vakit yaratıp yapacaklarımın sırasını o saate göre belirlemek zorunda değilim.
Zaman kavramım olur artık. Haftanın hangi gününde olduğumuzu, o gün ayın kaçı olduğunu bilirim. Onu severken zaman kavramım yoktu. Onu göremediğim gün bin yıl eder; günüm onunla geçerse mevsim kasımda bile yaz olurdu. Aylardan hep ağustosu yaşardım.
Sabahları heyecanlanmayacağım artık. Kimseyi görmek, duymak heyecanı uyanmayacak içimde.
İnsanlardan da yoruldum. Beni dinlendiren insanlarla görüşeceğim. Recep, Oğuzhan, Serra yeterli. Bir süre yalnızlıkla barışmaya çalışacağım. Bir ben varım bir de benim güzel yalnızlığım.
Bu gece ikide arabamda unuttuğum bir şeyi almaya inmem gerekti. Geçenlerde korkunç bir olay gelmişti başımıza. "Korkmaz mısın?" diye sordu Hazal ben inerken. "Korkarım da ne yapayım?" dedim. Asansörde geri çıkarken düşündüm: "Korkmak senin neyine? Nasıl olsa hiçbir zaman sırtını yaslayabileceğin birisi yoktu. Yine tek başınasın. Elindeki biber gazından başka kimseye güvenemezsin. Korkmak senin neyine!"
Hatırladım birden, yalnızken nasıldım. Korkmazdım. Korkmak faydasızdı. Nasılsa olan olacaktı. Nasılsa beni koruyan kimsecikler olmayacaktı. Alışkındım ben her şeyi kendim halletmeye.
Bunu hatırladığım an korkum geçti. Birden tüm dünya kapıma dayansa karşılarında dikilebilecek bir cesaret geldi içime. Çünkü nasılsa yalnızım. Nasılsa beklemiyorum kimseyi. Kimsenin beni korumasını beklemiyorum artık. Kimsenin yanımda olmasını hayal etmiyorum. Kimsenin işten çıkmasını, yanıma gelmesini, beni özlemesini, aramasını beklemiyorum.
Sevgi, kolay olmalı işte.
Annem diyor ki "Daha erken. İleride çıkar karşına birisi. Sen derslerine odaklan yavrum."
Anne, ben hep yarını düşünerek yaşadım yarınım var mı yok mu bilmeden. Günün birinde ben hiç yaşayamadan daha ömrüm yarım kalırsa diye korkuyorum.
denizaltı

Bir başlangıç noktası olmadan başlayalım bu kez. Nereden gelip nereye gittiğimizin bir önemi olmadan. Bakıyoruz yukarısı günlük güneşlik ama derinlere hep çok azı ulaşıyor. Denizaltımıza hoşgeldin. Bazı günlerimiz, gördüğümüz yarım yamalak güneşe üzülerek geçer. Suyun soğukluğunu hissederken, gün batımının güzelliğini kaçırırız. Bazı günler ise, altımızdan geçen sürü balıklara seviniriz. Başka bir hayatın var olması, bulunduğumuz yeri güzel kılar. Böyle günlerde neden bulutlar güneşi kapatıyor diye düşünmeden, yağmura kıyasla denizin sıcaklığını hissetmek özgür bir anıyı gülümseyerek hatırlamamıza neden olur. İşte hayat tam olarak bu zamanlar olması gerektiği gibidir belkide. Demek ki bu kuralları koyan birileri var.
Birileri hep var ve hep var olacak. Bu her zaman iyi gelmese de, yalnız değilsin.